Türk İş 22. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti
08.12.2015
Türk-İş’in 22. Olağan Genel Kurulu 3-6 Aralık tarihlerinde Ankara Büyük Anadolu Hotel’de gerçekleşti.
Genel Kurul, TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay’ın konuşması ile başladı. Atalay’ın konuşmasının ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, Genel Kurula hitaben bir konuşma yaptı.
Atalay ve Bakan Soylu’nun konuşmalarının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Genel Kurula hitaben bir konuşma yaptı. Genel Kurula Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ve çok sayıda Bakan da katıldı.
Genel Kurul’un ikinci gününde konfederasyon üyesi sendikaların başkanları sendikalarını temsilen birer konuşma gerçekleştirdiler.
Sendikamızın Genel Başkanı Musa SERVİ’de genel kurulda ikinci gün konuşmasını gerçekleştirdi.
Son gün seçimlere gidildi ve tek liste olarak girilen seçimde yönetim aşağıdaki şekilde belirlendi;
Yönetim Kurulu
TÜRK-İŞ Genel Başkanı, Ergün Atalay
TÜRK-İŞ Genel Sekreteri, Pevrul Kavlak
TÜRK-İŞ Genel Mali Sekreteri, Ramazan Ağar
TÜRK-İŞ Genel Eğitim Sekreteri, Nazmi Irgat
TÜRK-İŞ Genel Teşkilatlandırma Sekreteri, Eyüp Alemdar
Genel Başkanımız Musa SERVİ’nin Genel Kurulda yaptığı konuşma;
Değerli başkan, değerli divan, sendikalarımızın değerli başkanları ve saygı değer konuklar ve sayın delegeler sözlerime başlamadan önce hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyor, bu genel kurulun tüm Türk-İş camiasına hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli delegeler,
Her genel kurul işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı sorunlara karşı çözüm arayışlarının üretildiği, sınıfın beklentilerine cevap arandığı ve yaşanan gelişmeler doğrultusunda konfederasyonumuzun buna uygun konum alma ve şekillenme ihtiyacının oluşturulduğu süreçlerdir. Ve bizler sınıfa yönelik her türlü saldırının pervasızca uygulandığı bir süreçte sınıfın birliğine vurgu yapmamız her zamankinden daha büyük önem taşımaktadır.
Sendikalaşma Örgütlenme Özgürlüğü
İşçilerin anayasal ve yasal bir hakkı olan sendikalaşma hakkı işverenlerin her türlü saldırısına maruz kalmakta ve bu hakkı kullandığı için işçiler sokağa atılmaya devam etmektedir. Sendikalar yasası işçilerin özgür bir biçimde sendikalara katılmalarına imkan tanımamaktadır.
İşkolu ve işyeri barajları örgütlenmenin önündeki engeller olarak devam etmektedir.
6356 sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle işkolları birleşmesi sonucunda sendikamız işkolu barajının altında bırakılmıştır. Ülke gerçekliğine aykırı yeni baraj uygulaması nedeniyle sendikamız baraj altına itilmiştir. 90 binlik deri işkolunu, 900 binlik tekstil işkolu ile birleştirerek barajı sendikamız için 16 kat artırmıştır. Sendikamızın daha önceden örgütlenmesinin yasal olarak mümkün olmadığı tekstil işçilerinden sorumlu tutularak baraj altına itilmiştir. Deri iş kolu kendisinden 10 kat daha büyük teksitl işkolu ile birleştirilmiştir. Bu da aynı şekilde barajı da 10 kat büyütmüştür. Oysa işkolumuz birleşmemiş olsaydı bugün baraj sorunu yaşamayan bir sendika olacaktık.
İşkollarının birleştirilmesine karşı değiliz. Ancak sendikaların mevcut kapasiteleri ve durumları göz ardı edilmeden bu yasa yürürlüğe girmeliydi. En azından yasa değişikliği sonrası baraj altında kalma riski olan sendikalara geçiş süreci tanınmalıydı. Ancak tüm çabalarımıza rağmen bir yıllık yetki sorunu yaşamadan ve bir dönem daha sözleşme hakkı verilmiştir. Baraj altında olan bir sendika hem yeni üye kaydetmek zorunda hem de bunu yetki almadan toplu iş sözleşmesi yapamadan yapmak zorunda bu da örgütlenmeyi neredeyse imkansız hale getirmektedir.
Yetki sorunu yaşayan sendikamız için yeni yasal düzenlemeler ihtiyaç bulunmakta ve makul bir geçiş süreci tanınması gerekmektedir.
Grev Yasakları
Grev hakkı hükümetin koyduğu keyfi yasaklarlar kullanılamaz hale getirilmiş ve milli güvenlik gerekçesiyle yasaklanmıştır. Bu ülkede grev hakkı vardır demek artık mümkün değildir. Her grev milli güvenlik tehdidi olarak görülmektedir. İşçi-işveren arasındaki uyuşmazlıklarda devlet işverenlerin imdadına yetişir gibi hareket etmemeli ve grev haklarını kullanan işçilerin önünde engel olmaktan çıkmalıdır.
İş Cinayetlerine Karşı Örgütlü Mücadele
Ülkemizde iş kazası adı altında binlerce iş cinayeti işlenmeye devam etmektedir. Son 13 yılda yaklaşık 16 bin işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. Bu korkunç tablo her geçen gün ağırlaşmaktadır. Sadece bu yılın ilk 10 ayında en az 1461 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. Soma, Ermenek ve Torunlar, Manisa’da toplu katliamı andıran iş cinayetlerinde hafızalara kazınmıştır. Ancak bir de medyaya yansımayan ve her gün 3-4 işçinin yaşamını yitirdiği bir tablo bulunmaktadır. Bütün bu iş cinayetleri yaşanırken tutuklu bile bulunmamaktadır. İşçilerin sağlık ve güvenlik haklarından devlet de işveren kadar aynı sorumluluğu taşımaktadır. İş cinayetlerinin arkasında cezasızlık politikası devam ettirilmektedir.
İş cinayetlerinin önüne geçmek için işçilerin başta gerçek bir sendikal örgütlülüğe ihtiyaçları bulunmaktadır. Aynı şekilde sendikaların da işçi sağlığı ve güvenliği politikası oluşturmaları ve bilimsel bir temelde konuya yaklaşmaları önemlidir. İSG hizmetlerinin piyasalaşmasına izin verilmemeli bağımsız kamu otoritelerince İSG denetimleri yapılmalıdır.
Suriye Savaşı ve Türkiye
Suriye’de yaşanan savaş dünyanın en büyük göç hareketine neden olmuş ve 2 milyondan fazla sığınmacı ülkemize yerleşmiştir. AKP’nin genel olarak dış politikası ve Suriye politikası ülkeyi her geçen gün savaşın içine çekmektedir. Suriye’deki savaşta mezhepsel bir tarafı desteklenmesi ve Suriye’ye ne barış ne de demokrasi getirebilir. Suriye’de insanlık dışı katliamlar gerçekleştiren IŞİD çetelerinin kültürlere, inançlara, mezheplere ve insanlığa karşı işlediği katliamlar ve ülkemizde alçakça giriştiği saldırılara karşı barış, kardeşlik ve sağduyu içinde hareket etmek durumundayız. Halklar arasına hamaset yoktur ve olamaz. Ancak savaşın kirli odakları ve emperyalist güçler halkları birbirine kırdırmaya, düşmanlık kin ve nefret tohumları ekmeye ve böl-parçala-yönet politikasıyla politikalarını hayata geçirmek istemektedir. Ortadoğu’da ise işlerine geldiği gibi dinsel, etnik ve mezhepsel farklılıkları çıkar çatışmalarına alet etmekte, silah temini ve ticareti canlandırılmakta, halklara ise kan ve gözyaşı reva görülmektedir.
Ülkemizde de sivil halka yönelik katliamlar gerçekleştirilmiştir. Suruç ve Ankara’daki katliamlarda sivil insanlar hedef alınmış yüzlerce insanımız katledilmiştir. Bu katliamların amacı ülkeyi kaosa sürüklemek ve savaş ortamına çekmektir.
Rusya
“Komşularla sıfır sorun” diyorduk bugün ise kavgalı olmadığımız komşumuz kalmamıştır. Buna en son Rusya’da eklendi. Rus uçağının düşürülmesinin ardından bir dizi ekonomik yaptırımın gündeme gelmesinden sadece ülke ekonomisi değil, işçi ve emekçi kesimler en fazla zararı görecek kesimdir. Bu gerginliği daha fazla tırmandırmak ise anlamsızdır. Bu ülkenin insanlarının isteyeceği en son şey savaştır.
Basın Özgürlüğü
Ülkemizde artık gazetecilik yapmak suçtur. Her geçen gün gazeteciler doğrudan tehdit edilmekte, baskı altında görevlerini yapmakta, gözaltı ve tutuklamalarla karşılaşmaktadır. Basın özgürlüğü ayaklar altına alınmıştır. Halkın doğru haber alma ve bilgi edinme hakkı çerçevesinde görevlerini icra eden basın emekçilerine yönelik tutuklamalar devam etmektedir.
“Mit tırları” soruşturmasını inceleyen, araştıran, soruşturanlar hakkında tutuklamalar devam etmektedir.
En son Cumhuriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül tutuklandılar. Bu basın özgürlüğünün bu ülkede olmadığına somut son örnektir. Can Dündar ve Erdem Gül asla yalnız değildir ve tutuklu gazeteciler derhal serbest bırakılmalıdır.
Tahir Elçi’nin katledilmesi
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin ve 2 güvenlik görevlisinin herkesin gözü önünde katledilmesi yüreğimizi bir kez daha yakmıştır. Artık 90’lı yıllarda olduğu gibi sokak ortasında katliamlar gerçekleştirilmektedir. 2015 Hazian ayından bu yana yüzlerce sivil insan ve güvenlik görevlisi yaşamını çatışmalardan yaşamını yitirmiştir. Bir an önce çatışmaların son bulması ve silahların susması ve barışın sağlanması için herkesin çaba sarf etmesi zorunluluktur.
Tahir Elçi’ye yapılan saldırının asıl amacı barış isteyenlere ve halkların kardeşliğini savunanlaradır.
İşçiler ve emekçilerin yoksulluğu derinleşmektedir.
Seçim dönenlerindeki en büyük tartışma da asgari ücret üzerinde gerçekleşmiş ve muhalefet partilerinin gündeme getirmesiyle AKP hükümeti de gündemine almıştır. Ancak konfederasyonumuzun açıkladığı açlık sınırı ise 1391 TL’dir. Vadedilen 1300 TL asgari ücret hala açlık sınırının altındadır. Çalışma hayatına bir bütün olarak bakmak durumundayız. Asgari ücret artıyor fakat işçi sınıfının elinde bulundurduğu haklar tırpanlanıyor. Esnek çalışma kiralık işçilik modeli, kıdem tazminatının yeniden fona devri tartışmaları yeni dönemde 64. Hükümet programında apaçık görülmektedir. Sermayenin her fırsatta dile getirdiği bu talepler karşılığını bulmuş olacak ki 64. Hükümet programında da yer almaktadır. İşçileri ve emekçileri daha fazla sömürü girdabına iten, güvencesiz, ucuz iş gücü piyasası hedefleyen bu politikalar yıllardır emek kesiminin karşı çıktığı uygulamalardır. Ancak hükümet buna rağmen sadece sermaye kesimlerinin taleplerini dikkate almaktadır.
Ülkemizde işsizlik rakamları iki haneli rakamlara tekrar ulaşmıştır. Ülkemizde ucuz işgücüne dayalı, esnek ve kuralsız bir çalışma rejimi politikasıyla taşeron cenneti haline gelmiş ve bu çalışma rejimi işçilerin güvencesiz çalışma koşullarını ağırlaştırmıştır. Taşeron çalışma 200 binlerden 2 milyona yaklaşmış ve güvencesiz çalışma koşulları derinleşmiştir.
Sendikalı ve toplu sözleşmeli işçi sayısında kayda değer bir artış söz konusu değildir.
Değerli delege arkadaşlarım
Çalışma hayatındaki işçileri koruyan hükümler artık daha esnek hale getirilmeye çalışılıyor. Esnekleşme demek kazanılmış hakların tırpanlanması, yani işverenlerin lehine düzenlemesi demektir. Kıdem tazminatı, kiralık işçilik sürekli gündeme getirilmekte, taşeron çalışma asıl çalışma biçimi haline getirilmiştir. Esnekleşme güvencesiz, haksız ve kuralsız bir çalışma rejimi demektir ve emeğin üzerindeki her türlü baskıyı ortadan kaldırmak için tüm emek güçleri birleşik ve örgütlü bir mücadele ortaya koymak durumundadır.
Üyelerinin söz ve karar süreçlerine katmayan, demokratik süreçleri işletmeden yukarıdan aşağıya kararların uygulatılmaya çalışıldığı bir sendikal çizginin iflas etmeye mahkumdur. Bu nedenle savunmamız gereken mücadeleci ve demokratik bir sendikal çizgi olmak durumundadır. Sendikalar ne yazık ki bu alanda iyi bir sınav vermemektedir.
İşçi sınıfının kabaran öfkesi yer yer kendini eylemli ve direnişli bir hatta göstermeye devam etmektedir. Sendikaların da işçilerin beklenti ve taleplerine yanıt olamadığı da bir gerçeklik olarak durmaktadır. Sendikaların örgütlenmeyi bekleyen milyonlarca işçiye güven verecek adımlar atmalı ve taşeronlaşma, esnek çalışma, güvencesizlik sorunlarına yönelik politikalar üretmelidir. Örgütlenme alanlarına yönelik direniş ve mücadelenin verildiği her yerde konfederasyonumuzu görmek durumundayız. Direnişler sahiplenilmelidir.
Son olarak ifade etmek istiyorum ki, İşçi sınıfının ağırlaşan sorunlarına karşı birlik ve örgütlü mücadele hattı örmenin zemini her zamankinden daha güçlenmektedir. Sınıfın birliğini ve beraberliğini her zaman savunmakla birlikte yeterince göğüsleyebildiğimiz söylenemez. Daha kararlı, daha çok alanlarda olmamız gereken bir süreç önümüzde hepimizi bekliyor. Önümüzdeki süreç bütün sendikalara ve bütün işçi sınıfına doğrunda dokunacak. Bu genel kurul bu anlamda önemlidir. Emek düşmanı politikalarına güçlü bir hayır demek ve mücadele perspektifi koymak zorundayız.
Sözlerimi burada noktalarken bu genel kurulun tüm işçi sınıfı adına önemli kararlar almasını diliyor, bu duygu ve düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum.